GETTO DEVLETİ: BİR SAFLIĞI IRK MI YOKSA IRKLAR KARIŞIMI MI?
Giriş:
Piyasada Siyonizm’i inceleyip analiz eden birçok kitap vardır. Ancak bu kitapların en belirgin sorunu, bu fenomeni ve karakterlerini ele alırken sanki bunları artık tartışılmayacak olan ve -realiteye bakarak hüküm vermelerine göre- epistemolojik ve pratik bağlamda dikkate alınması gereken birer veriymiş gibi ele almalarıdır. Durum böyle olunca bu veriler, kökenlerine bakılmadan tartışma götürmeyecek birer gerçek muamelesi görmektedir. O takdirde de bunlarla muamele bazen karşısında direniş gösterme, kimi zaman da pazarlık yapma şeklinde oluyor.
Ancak bir takım hak savunucusu az sayıda insan vardır. Bunlar henüz mevcut duruma teslim olmayarak bunun üstüne çıkmayı başarmış ve şayet insanlar hakka destek vermeyip batılı bertaraf etme konusunda genel bir seferberlik durumuna geçmezlerse kendilerini kötü bir sonun beklediğini öngören kimselerdir.
Hakkın kaybolması ve hakkı savunanların, gücün sert ve yumuşak olmak üzere her iki türüne dayanan Yahudi yalanları karşısında aciz kalmasından endişe ederek sağlam bir duruş sergileyenlerden ve sayıları az kalmış azınlıklardan biri de büyük ilim adamı Doktor Cemal Hamdan’dır.
Nitekim “Antropolojik Olarak Yahudiler” adlı kitabında Siyonizm olgusunu incelerken bu metodolojik problemden hareket ederek; Siyonizm’in analizini oluşturma bağlamlarının derinliklerine dalmayı hedeflemiş, tarihi ve antropolojik bağlamda kökenlerine göz atmış, kitabın başında ve sonunda, Arap liderlerinin vehim, cehalet ya da başka bir sebepten dolayı çokça tekrarladıkları: “Yahudiler ve Araplar kuzendirler, bu iki kavmim temel özelliklerinde belirgin bir çelişki yoktur” şeklindeki iddialarını çürütmüştür. Nitekim bu liderler Siyonist olguyu, kabullenilmesi gereken bir gerçeklik olarak tanımlama durumunun canlı bir örneğini sunarak, zaman aşımına uğramayan bir hakikati göz ardı ediyorlar.
İşte bu durum karşısında, Hamdan, bu ümmete samimi aidiyeti gereği harekete geçmiş, Cenab-ı Allah da ilmine ve düşüncesine bir genişlik ve bereket vermiş ve kendisini, motivasyonunu kıran mevcut bağlamın dışında gelişen ve şu ana kadar dahi değeri ve konumu anlaşılmayan bir ilim ve marifet fenomeni haline getirmiştir. Ancak o, sahip olduğu bilinç sayesinde kendi değerinin ve konumunun farkında idi. Bundan dolayı da kendi kendini teselli mahiyetinde şöyle söyleniyordu:
“Şayet Cemal Hamdan bir Avrupalı ya da Amerikalı olsaydı, sözleri sabah-akşam okunan mezmurlara (ilahilerlere) dönüşmüş olurdu. Görüşleri ve stratejik vizyonu çoğu araştırmacı ve araştırma merkezi nezdinde geniş bir başlık haline gelirdi.”
İşte bu kitabı, kendisinden metot ve formülasyon olarak farklı olsalar bile konuları, hedef ve amaçları bakımından ortak olan diğer kitaplarla birlikte incelememiz bu sebepten kaynaklanmaktadır.
Bununla, iki yönden ümmetin farkındalığının oluşmasını hedefliyoruz:
1- Ümmetin, Siyonist yapı tarafından işgal edilen topraklarda eksiksiz bir hakka sahip olduğunu kanıtlamak.
2- Büyük ilim adamı Dr. Cemal Hamdan ve benzeri öncülerin bu yapıyı, düşünce ve yaklaşım planında ele alan fikirlerini canlandırmak, sonra da parlayıp sönen reaksiyonları aşacak şekilde süreklilik arz eden bir eylem bağlamına yerleştirmek.
Yahudiler ve Araplar: Sorunsal ve Tutum:
Cemal Hamdan, Eğitimsel/bilgilendirme/bilinçlendirme boyutunun egemen olduğu kitabında, kökenleri itibariyle birbirinden ayrılmayan iki şıklı bir problemden hareket etmektedir:
Birincisinde: Yahudilerin ve Arapların kuzen olduğu iddiasına dayanak yapılan ırka dayalı teze yönelik kilit bir soruyu ortaya atarak, bunu ispatlayan ve ayakta tutan bilimsel ve tarihsel kanıtı sorguluyor.
İkincisinde, Yahudi fenomeni hakkında Araplar tarafından kaleme alınan literatürün net olmama halini ele alıyor. Bunun yanı sıra bu fenomeni ele alırken ortada bir gerçeklik ve bilinen bir hüküm varmışçasına arkasından sürüklendikleri bir politik renge göre davranıyorlar. Bundan dolayı bu yapının kökenini ve ırksal bileşimini inceleme ihtiyacı duymuyorlar. Dahası bunun zihinlerdeki imajı bile flu bir şekilde Diaspora Yahudilerinden bir hayalet gibi gelmiş, bunlar da Filistin Tevrat Yahudilerinden gelmiş oluyor ve böylece bu fenomen Siyonistlerin iddia ettikleri tarihsel hakları gereği ümmetin bedenine nüfuz etmiş oluyorlar.
İşte Hamdan’ı, bu hayaleti yakalayıp daha sonra da somutlaştırarak tarihsel, coğrafi ve antropolojik bağlamda açıklamak için motive edip seferber eden durum budur.
Bu çabadan da “Antropolojik olarak Yahudiler” Kitabı ortaya çıkmıştır. Biz de bu incelememizde kitabın ele aldığı üç temel başlığın öne çıkan içeriklerini yakalamaya çalışacağız.
Birincisi: Tarihsel Bağlam:
Hamdan, bu bağlamda Yahudilerin tarihi iki aşaması üzerinde duruyor:
Birinci aşama: oluşum aşaması.
İkinci aşama: diaspora aşaması.
Oluşum aşamasında; Yahudilerin Filistin’deki ilk varlığı, Hz. İbrahim (as) ile bağlantılıdır. Nitekim “Esbat”[1] ya da tarihi kaynaklarda ve Tevrat’ta bilinen kavimler onun soyundan gelmektedirler. Fakat bu gerçek İki sebepten ötürü Yahudilerin kökenlerinin Filistin’e dayandığını ispatlamaz;
Birinci sebep: Yahudiler, Filistin’e ilk geldiklerinde buraların “Kenanlılara” ait topraklar olduğunu görmüşler. Nitekim en sağlam görüşe göre Kenanlılar buraya ilk yerleşen kavimdir.
İkinci sebep: Onların buraya göçü bir defada gerçekleşmeyip birbirinden uzak aralıklarda ve aşamalarda olmuştur. Bunun ötesinde de Hz. Yakup ve oğullarının Filistin’deki kıtlıktan dolayı oradan Mısır’a hicret etmeleri örneğinde olduğu gibi ters göçleri de olmuştur.
Bu aşamada Yahudilerin Filistin’deki varlığının iki temel özelliği vardır
1- Yahudilerin Kenanlılar ve ülkenin diğer sakinleri ile sürekli çatışma halinde olmaları, daha sora da Filistin’den dışarıya göç etmeleri, onların orada yerli bir nüfusa dönüşmesini engellemiştir.
2- bu durum, onların burada bulunma sürelerini kısaltmıştır. Nitekim Yahudilerin Filistin’de kesintisiz olarak kalışı altı yüzyılı geçmemiştir.
Diaspora dönemine gelince, yazar burada eski tarihlerdeki üç aşama ile Ortaçağ Yahudilerinin durumunun vardığı aşamayı ayırmaktadır. Buna ek olarak modern tarihte dördüncü bir aşamadan bahsetmektedir.
A- İlk Diaspora:
Babil diasporasıdır. Bu devrede Nebukadnezar, Yahudilerin birçoğunu Babil’e esir olarak götürmüş, Yahudiler de bu nedenle Irak’a yerleşmiş ve sayıları bir milyonu geçmişti. Fakat Moğol akınından sonra bu sayı birkaç bin kişiye inmişti. Nitekim Irak’taki Yahudiler Doğu’daki Diasporanın çekirdeğini oluşturmuşlar.
B-ikinci Diaspora Helenistik dönem ile eşzamanlı idi. Yaygın görüşe göre bu diasporada göç Batı’ya doğru gerçekleşmiştir. Nitekim onların birçoğu Mısır ve Suriye’ye yayılmıştı. Ancak bu diasporadaki ana merkez Balkanlar ve kuzey Karadeniz kıyıları idi. Bu diasporanın arkasında yatan sebep, Yahudilerin bir kısmının direnmesine rağmen birçoğunun Helenizm’e hayranlık duyarak özenmesi ve taklit etme arzusu yatmaktaydı. Bu durum onların uygar ve toplumsal hayat şartlarına olumlu tepki verdiğini kanıtlamıştır.
C-Üçüncü Diaspora: Yahudileri Roma dünyasına götüren Roma diasporasıdır. Bunun nedeni, Filistin nüfusuna kıyasla azınlık olmalarına rağmen Roma egemenliğine karşı isyan çıkarmalarıydı. Nitekim Romalılar bunun karşılığında Kudüs’ü ve Tapınağı tahrip edip Yahudilere soykırım yapmışlardı.
Yahudilerin yayıldığı yerler Ren nehrine kadar uzanan İtalya, İspanya, Fransa ve Almanya’dır. Hamdan’ın görüşüne göre Diaspora’daki Yahudilerin, dikkat çekici bir şekilde Roma İmparatorluğundaki sayısı dört ila yedi milyon, yani toplam nüfusu, yaklaşık yüzde yedi oranında artırmıştı. Oysa ki geriye kalan ve Filistin’deki bu diasporaya giden Yahudilerin sayısı yalnızca kırk bin idi.
Bu durum -hangi yolla artmış olursa olsun- Yahudilerin sayısının artması üzerindeki çevrenin etkisinin olduğunun açık bir göstergesidir.
Haçlı Seferleri’ne sahne olan Ortaçağ’da ise, Müslümanlar gibi Yahudiler de Haçlıların hedeflerinden biriydi. Onlar da imha ve sürgünle sonuçlanan dini baskılara maruz kaldılar. Bu yüzden de Avrupa’daki dağılımları değişti. Özellikle bir yandan Kuzey Avrupa’daki Yahudileri ile Güney Avrupa’yı ve Akdeniz havzasının Yahudilerini birbirinden ayıran temel ikili bölünmeyi türeten Almanya ve İspanya ekseninde Aşkenaz ve Sefarad ikilisi Meydana geldi.
D – Dördüncü Diaspora: Modern dönem diasporasıdır ve belirgin ana hatları şunlardır:
1- Geniş anlamda Yeni Dünya’da yani ABD’de yayılmaları.
2- Genel olarak Orta Avrupa’dan ayrılma ve kaçmalarına sahne olan Almanya’daki Nazi safhasıdır. Bu dönemde Orta Avrupa’daki Yahudilerin sayısını azaltma ve ABD Yahudilerini çoğaltma süreci yaşanmıştır. Aynı zamanda Siyonist yapıyı Filistin Topraklarına yerleştirme cinayetinin işlenme sürecidir. Bu cinayet süreci Yahudi diasporasında da yeni bir dönemidir.
Ne var ki bu süreçte Yahudiler tüm tarihilerini zülüm ve baskıyla özetleyip yoğunlaştırarak Filistin’in meşru sahipleri üzerine yansıtmışlardır.
Dünyadaki tüm Yahudi akımları arasından Avrupa akımı, Siyonist yapının oluşturulmasında ağır basmaktaydı.
İkincisi: Coğrafi bağlamda:
Hamdan, bu incelemede özetlediğim şekilde tarihi turlamadan sonra genel bir bakış açısıyla, Yahudilerin günümüzdeki mevcut fotoğrafının üzerinde durmuş ve onların Siyonist göçü oluşturan Aşkenaz, Safaradim ve Doğu Yahudileri olmak üzere üç mezhep olduğu sonucuna varmıştır. Aşkenazlar Yahudi nüfusunun yarısını teşkil ederken diğer yarısını Safaradim ve Doğu Yahudileri oluşturmaktadır. Aşkenazlar, Batı, Orta ve Doğu Avrupa’daki Yahudiler ile Dünyadaki hücrelerinden oluşmaktadır. Safardimler ise Balkanlar ve Yakın Doğu Yahudileri ile Kuzey ve Güney Akdeniz kıyılarında kolonileri ve dağınık toplulukları kapsamaktadır.
Öte yandan Kuzey Afrika ve Filistin’deki koloniler, daha sonra Irak ve Yemen’deki koloniler, daha sonra Kafkasya, İran ve Türkistan’ın yan ısıra Hindistan ve Çin’deki koloniler Doğu Yahudileri grubuna aittir.
Hamdan, Yahudiler hakkında kapsamlı bir yargıya varabilmek için Antropolojik bakımdan ele almadan önce dünya Yahudilerinin mevcut dağılımını mercek altına alıyor ve bu dağılımla ilgili iki nokta üzerinde duruyor:
Birinci nokta: On dokuzuncu yüzyılın son yirmi yılında, Dünyada Yahudilerin tahmini sayısı yaklaşık altı buçuk milyon idi; bunların beş buçuk milyonu Avrupa’da yaşıyordu.
Yüzyılın sonlarında ise yaklaşık sekiz ila dokuz milyon oldukları tahmin ediliyor. Bunların altı ila yedi milyonu Avrupa’nın değişik yerlerine dağılmış vaziyetteydi. 1905 yılında dünyadaki Yahudilerin sayısının 11 milyondan fazla olduğu tahmin ediliyordu. Bunların yarısı Rusya ve Romanya’da, üçte biri Almanya ve Avusturya’da, Altıda biri ise dünyanın geri kalanında yaşıyordu.
Yahudilerin genel tablosunun özelliklerini yansıtan bu rakamlar bize Dünya Yahudilerinin mutlak vatanının gerçekte Avrupa olduğunu ve bunun dışında kalanların ise buna oranla küçük parçalar hükmünde olduğunu gösteriyor
İkinci nokta: 1939’da dünyadaki Yahudilerin toplam sayısı 15 milyon kadardı. Bunların on milyonu Avrupa’da, Dört buçuk milyonu Amerika’da, bir milyonun dörtte üçü de Asya’da yaşamaktaydı. 1966’da ise sayıları on 13 milyon dört yüz bin kadardı.
Hamdan’ın görüşüne göre bu anlamlıdır. Nitekim bu rakamlar Yahudilerin gezegen çapında cüce denecek derecede dünyanın demografik yapısının çok azını teşkil ettiğini göstermektedir.
Hamdan’ın araştırma ve indüksiyon çalışmasından sonra ortaya çıkardığı en büyük gerçek ise, tüm dünya Yahudilerinin yarısının Kuzey ve Güney Amerika’daki yenidünyada yaşadığı, Avrupa’daki varlıklarının önemli ölçüde azaldığı gerçeğidir. Asya ve Afrika ise sadece Yahudilerin beşte birini barındırmaktadır. Bu da sonradan ortaya çıkan bir anomalidir; Çünkü bunların büyük bir kısmı dışarıdan gelen gaspçı İsrail Siyonizm’inden meydana gelmektir.
Hamdan, Yahudilerin küresel ölçekteki dağılımına bakmakla yetinmeyip, onların ülkeler bazında da demografik yapı içindeki yerlerine bakıyor. 1966’da yayımlanan Amerikan Yahudi Yıllığı’nda, tahmini Yahudi nüfusu yayımlandı. Buna göre Amerika Birleşik Devletleri Yahudileri Beş milyon, Sovyetler Birliği Yahudileri yaklaşık iki buçuk milyon iken İşgal altındaki Filistin’de 1948’den sonraki göçler nedeniyle yaklaşık iki milyon üç yüz bin kişi oldu. Bunlar dünya Yahudilerinin en fazla barındığı üç büyük ülkedir. Diğerlerinde ise -Hamdan’ın ifadesiyle- yalnızca birer serpinti mahiyetinde sembolik bir varlık göstermektedirler. İşte buradan çıkan son derece önemli sonuç Yahudilerin yüzde 70’inden fazlasının dünya üzerinde üç ülkede toplandığı gerçeğidir.
Hamdan, Yahudi yerleşim tarzı bağlamında, çok önemli gördüğü ve Yahudiler hakkındaki gerçeğin tam olarak anlaşılmasına vesile olacak bir konu üzerinde duruyor. Şöyle ki:
Yahudiler kentlerde, dahası büyük şehirlerde, tercihen de başkentlerde yaşarlar. Bu, Yahudilerin eski ve yeni tarihi boyunca baskın ve ebedi bir gerçektir. Zamanımızda daha da net olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun en net örneği New York şehrinde somutlaşan Amerikan örneği olsa gerek. Hamdan, Yahudilerin genel olarak şehirlerdeki yerleşimleri üzerinde dururken, onların coğrafi dağılımlarının kendilerini, bulundukları çevrelerde mesleki yaşantıları nedeniyle önemli veya kritik azınlıklar haline getirdiğini düşünmektedir. Yahudilerin yaşantısı, ticaret, para, aracılık ve tefecilik odaklıdır. El emeği işlerden nefret ederler. Onlar tarım ve zanaat işlerinden en uzak duran insanlardır. Bu da bir yandan maddi ve politik etkinliklerini açıklamanın yanında onlarda benlik duygusunu kabartmaktadır. Bu durumları karşılarındaki kişilerde kendilerine karşı hoşgörüsüzlük ve şiddet duygularını daha da arttırmaya yol açmaktadır.
Yazar bu tablo ile ilgili şu soruyu gündeme getiriyor:
Bu karakteristik olgunun nedeni nedir; Yahudi hayat tarzında sömürücü fırlsatçı içgüdüye sahip olması mı? Yoksa dış güçlerin baskıları mı onları buna zorlamıştır?
Bazılarına göre bunun sebebi, orta çağ yasalarının Yahudilerin toprak sahibi olmalarını yasaklaması ve getto yaşamına zorlamalarıdır.
Bazılarına göre de, bunun sebebi, Yahudilerin paraya tutkunluğu; genelde fiziksel çabayı sevmemesi ve zekâsıyla yaşamayı kaslarıyla yaşamaya tercih etmesidir.
Bununla birlikte, Hamdan kitabının başka bir bölümünde, açık bir delilden hareketle, Yahudilerin hayatlarının barındıkları coğrafi çevreden büyük ölçüde etkilendiğini ispat ediyor.
Yahudilerin eski tarihlerinde defalarca soykırıma uğradıktan sonra radikal bir değişim yaşadıklarını, nitekim eski tarihlerinde kanlı ve vahşi bir karaktere sahipken; amaçlarına yumuşak, dolambaçlı yöntemlerle, kurnazlık ve hile ile ulaşmaya çalışan savunmasız ve uysallaştırılmış kişiliğe dönüşmüşlerdir. Bu tarz bir kişilik, sahibi olan bir kimse çevresi ve coğrafi ortamından etkilenmeye açık hale gelmektedir. Nitekim Yahudiler tarih boyunca bulundukları tüm ülke ve bölgelerde, istisnasız olarak şehrin özel bir mahallesinde tecride maruz bırakılmışlardır. Bu yerlere Avrupa ve Amerika’daki ifadesiyle Getto veya Yahudi mahallesi deniyordu. Bu yerleşim birimlerinin çoğu kentin içinde özel bir duvar ile çevrilirdi, Bazen de bütün mahalle şehrin surlarının dışına kurulurdu.
Hamdan, bu izolasyonu iki sebebe bağlıyor:
Birinci sebep: Yahudilerin yaşadığı ülkelerin ve halkların yasalarıdır; bu ülkeler ve halklar onların nerede olduklarını kontrol altında tutmak için bu tür bir yaşam tarzını dayatmışlardır.
İkinci sebep: Yahudilerin kendileri, ezilmiş bir azınlık olarak bir noktada yoğunlaşmak ve kaynaşma maksadıyla bunu yapmış olabilirler.
Üçüncüsü: Antropolojik bağlamda:
Hamdan, Bu bağlamda, Yahudileri konu alan bu çalışmasında cevaplamayı amaçladığı bir dizi soruyu gündeme getirmiştir:
Bunlardan en önemlileri:
Tevrat Yahudileri ile bugünün Yahudiler arasındaki ilişki nedir?
Yahudilerin ırksal bir saflığı var mı?
Onlar ile Arapların kuzen olduklarını söylemek ne kadar doğru?
Hamdan, Başlangıçta salt antropolojik çalışma ile siyasi yön arasındaki kaçınılmaz ilişkiye dikkat çekiyor; Nitekim siyasal Siyonizm, antropolojik araştırmaları kullanır ve bu araştırmaların sonuçlarını, Filistin’deki sömürgeci iddialarına hizmet etmek için önceden düzenler.
Bu araştırmaların odak noktasına Yahudi ırkının saflığı ve Yahudilerin Filistin’den Diasporaya gitmesinin bu saflığı değiştirmediğini ispatlamayı yerleştirirler. Böylece Yahudilerin, içinde yayıldıkları halklarla herhangi bir kan bağı oluşturmadıklarını söylemeye getirirler.
Bu iddialardan dolayı iki ekol tarafından iki teori ortaya atılmıştır.
Birinci teori: Yahudilerin, ırksal özellikleri bakımından farklı olduklarını savunan saf ırk teorisi.
İkinci teori: Yahudileri her yerde kendilerini çevreleyen nüfusa yakın olarak gören ve bu çevrelerin ırksal yapılarını yansıtan karışık Irk teorisi.
İki ekolün delillerini sıralamadan önce, Antropologların Filistin’deki Tevrat dönemi Yahudileri hakkındaki görüş birliğini zikretmektedir. Buna göre Filistin’deki Tevrat dönemi Yahudileri, Sami ırkının Akdeniz sülalesinin bilinen niteliklerini taşıyan; yani siyah saçlı, orta boylu, kafaları uzun ve orta arası Sami bir grup olup önceki ve sonraki gruplar olan Kenanlılar, Amorlar ve Filistinlilere karışmış, böylece Akdeniz ırkının sentezi bir grup haline gelmişlerdir.
Hamdan, iki ekol arasında Yahudilere yönelik ırksal tartışmalar dışında kalarak, birtakım bilimsel ipuçlarına dayanan ve Yahudi ırkının saf olmadığını kanıtlayan birtakım gerçekler üzerinde duruyor.
Bunların en önemlileri şunlardır:
Bir: Dünya Yahudilerinin saçında renk birliği yoktur, bilakis onlar da etraflarındaki insanlardan ve coğrafi çevrelerinden bir şekilde etkilenmişlerdir. Yaşadıkları çevrelere göre esmer veya sarışındırlar.
İki: Yahudilerin tenleri arasındaki farklar da saçlarından daha az keskin değildir ve ten renkleri kesinlikle tek tip değildir. Nitekim Safardimler ve doğu Yahudileri hafif esmere çalan beyaz tenlidirler. Türkistan’dakiler ise renkleri bakımından komşuları Taciklere benziyorlar. Aşkenazlar, cilt rengi bakımından Avrupalılardan farklı değildir. Ayrıca siyah Yahudiler de vardır.
Üç: Yahudilerin ten tek bir tip olmadığı gibi, burunları da tek şekil değildir. Yahudilere özgü bir burun tipinden bahsetmek söz konusu değildir.
Dört: Göz konusunda da durum farklı değildir. Nitekim Yahudilere mahsus bir göz yoktur. Bazılarının dediği gibi dolgun dudaklarının olduğu ve alt dudağın belirgin ve kıvrık olmasa da çıkık olduğu hususu Yahudiler arasında yaygın bir durum değildir.
Beş: yüz şekli, Yahudileri başkalarından ayıran fiziksel bir özellik değildir. O daha ziyade gettolaşma, evsizlik hayatı, baskı ve sürekli tehlikelere karşı mücadelenin şekillendirdiği toplumsal atmosferden kaynaklanan durumları yansıtan sosyal bir ifadedir. Kısacası, kalıtsallık ve biyolojinin değil, yapay seçilimin sonucudur. İç evlilikler ile ırksal, sosyal ve mesleki seçilim yoluyla gerçekleşir.
Hamdan, genel olarak Yahudilerin tüm sınıflarının coğrafi çevrelerinden etkilendiğini düşünmektedir. Ona göre, Safardimler Akdeniz unsuru gibidir. Aşkenazlar ise Kuzey Slavlara benzemektedirler.
Ayrıca, Serolojik araştırmalar Yahudilerin kan gruplarında çok fazla bir farklılık olduğunu, bu da aynı köklerden gelmediklerini göstermektedir. Dahası, bu kan gruplarından hiç birinin Samiri Yahudilerin kan gruplarıyla hiçbir bağlantısı gözükmemektedir. Bu da bu Yahudilerin, eski kökenlerden ırk olarak kopuk olduklarını teyit etmektedir.
Bu nedenle, Yahudiler arasında bütün olarak bir ırk birliği hakkındaki konuşmaların ne gerçekle ne de bilimle katiyen alakası yoktur ve Yahudilerin ırk birliği söz konusu değildir.
Dolayısıyla, Yahudilere atfedilen sözde ırk saflığı tamamen bir hurafedir ve artık bilim adamları arasında tartışmalara konu olmayan bir meseledir.
Hamdan, Renan’dan, Yahudi kelimesinin Etnolojik anlamının epey zaman önce sona ermiş olduğunu nakletmektedir. Nitekim ondan sonra Rabli de şöyle demiştir: Yahudiler bir ırk değil, oldukça basit olarak sıradan insanlardır.
Bu incelmeden çıkan objektif sonuç şudur ki:
Bugün dünya Yahudileri toplamda öyle karışık bir durumdalar. Bu karışıklık kendilerini eski İsrail-Filistin kökenlerinden o kadar uzaklaştırmış ki artık bu kökler onların bünyesinde okyanusta bir damla hükmündedir.
Hamdan, onların, içinde yaşadıkları çevrelere karıştıklarını ya da karıştırıldıklarını ispatlayacak tarihi delilleri sıralamaktadır.
Bu delillerin başlıcaları şunlardır:
Birinci delil: Filistinli Yahudilerin kendi evlerinde/yurtlarında Filistinli komşularıyla (Yahudi Samson ve Filistinli Dalila hikâyesinde olduğu gibi) Amor ve Hitit komşularıyla karışmasıdır.
Genel olarak, ilk dönemlerinden beri, Yahudilerin diğerleriyle evlilik yapmayı reddetmesinin sebebi asla ırksal değil, dini idi.
İkinci delil: Orta çağda Kilise konseyleri, Hıristiyanların Yahudilerle evlenmesini yasaklayan hükümler çıkarmıştı. Yazarların birçoğu bu yasağı, o dönemde karışık evliliklerin ne derece ciddi tehlike arz edecek bir boyut kazandığının kanıtı olarak yorumlamaktadır.
Üçüncü delil: Modern çağımızda, evlenmeyi ve dönüşümü ispatlayan kanıtlar ve olaylar vardır.
Ortaçağda ve modern zamanlarda Avrupa’da Yahudilerin soyunun karıştığının en kesin ve heyecan verici kanıtlarından biri, Almanya’daki Nazi deneyiminin ortaya çıkardığı gerçektir. Nitekim bir kimsenin, Ari kanını taşıdığını ispatlaması için birkaç kuşak yukarıdan itibaren Ari olamayan unsurlardan (burada özellikle Yahudilik kastediliyor) temiz bir sülaleden geldiğini ispatlaması gerekiyordu. Ancak bu deneyimden sürpriz bir sonuç ortaya çıktı ve maksimum sayıda Almanın dedelerinin ve atalarının damarlarında Yahudi kanının dolaştığı ortaya çıktı.
Kapsamlı ve ayrıntılı bir sonuç:
Hamdan, Sonuç bağlamında, “Yanlış fikirler” başlığı altında bir dizi nokta üzerinde duruyor:
Bunlar, kitabında ortaya attığı soruların cevabı mahiyetindedir:
Birincisi: Yahudilerin uğradıkları zulme, bilerek olmasa bile, yanlışlıkla ama büyük bir safsata olarak “Anti semizim” adının verilmesi. Zira biz, gerçekte basit ve karmaşık olmayan bir şekilde “Yahudi karşıtlığıyla” karşı karşıyayız.
İkincisi: Araplar ve Yahudiler arasında herhangi bir kan akrabalığının olduğuna dair iddialar -Arapların kralları tarafından ortaya atılırsa dahi- kendiliğinden boşa düşmektedir. Bu iddialar Sadece sıradan insanların vehimlerinin, dahası kralların cahilliğinin ürettiği safsatalardır.
Üçüncüsü: Siyonistlerin Filistin topraklarında herhangi bir siyasi hak talebi boşa düşmektedir. Uluslararası hukukun, onların herhangi bir tarihsel veya dini temele dayanmayan iddialarını kınaması, temelden reddetmesini bir yana bırakacak olsak dahi, Antropoloji, onların bu konuda iddia ettikleri ırksal dayanakları ortadan kaldırmaktadır.
Bugünün Yahudileri dinleri farklı olsa da Avrupalı ve Amerikalıların akrabalarıdır. Dahası etiyle kanıyla onların bir parçasıdırlar.
Dördüncüsü: Yahudiler, Bir yönüyle, bir kavim, bir ulus ya da bir millet değildir. Onlar sadece tüm kavim, ulus, millet ve ırkların karışımından oluşan bir dini mezheptir. Öte yandan, Filistin ile ırksal ya da antropolojik bir ilişkileri yoktur. Dolayısıyla onlar Siyonist yapıyı kurmak için Filistin topraklarını gasp ettiklerinde, durulmaları, uzun bir ayrılıktan sonra bir evladın kendi atalarının yurduna dönmesi anlamına gelmez. Bu olsa olsa bir yabancının zalimce ve saldırganca istilası anlamına gelir.
[1] Yahudi kabileleri